Discover
Kanlar Düşer

103 Episodes
Reverse
I Know What You Did Last Summer'ı (Jennifer Kaytin Robinson, 2025) konuştuğumuz Yaz Özel bölümümüzde, tıpkı filmde işlenen temalar ve nerede duracağına karar verememiş tonu gibi biz de ikiye ayrılmış durumdayız. Filmin, requel furyasına geç bir ekleme olarak işleyip işlemediğini tartışırken, yeni ve eski karakterlerden, beklenmedik sürprizlerden, eli kancalı katilin güncellenmiş tasvirinden, sinematografi ve kurgunun nahoş noktalarından uzun uzun söz ediyoruz.
Lost Highway'i (David Lynch, 1997) konuştuğumuz ve Lynch'in anısına ithaf ettiğimiz bu bölümde, yönetmenin erkeklikle derdinin en yoğun hissedildiği işi olarak gördüğümüz filmin yanı sıra David Lynch'in hayatlarımıza hangi şekillerde dokunduğunu da tartıştık.
MaXXXine'i (Ti West, 2024) konuştuğumuz Kanlar Düşer Özel bölümünde hırslı ve öfkeli porno oyuncusu Maxine Minx'in Hollywood canavarlarıyla imtihanına odaklanırken, bir final girl katil dürtülerine sahipse neler olduğunu tartışıyor ve filmin "nereden çıktı şimdi bu" dedirten final yüzleşmesine dair hislerimizi dile getiriyoruz. Pornonun evrimi, Psycho referanslarının önemi ve diğer korku göndermeleri de cabası. Ayrıca bu yıl izlediğimiz Late Night with the Devil, I Saw the TV Glow ve In A Violent Nature filmlerine de kısaca değiniyoruz.
Wes Craven's New Nightmare'i (1994) konuştuğumuz 100. ve son bölümde, filmde işlenen "hikayelerin gücü" temasından ilhamla hem Elm Sokağı serisinin hem de podcastimizin geçmişine nostaljik bir bakış atıyoruz. Ayrıca "Gerçek hayatımızla filmler nasıl iç içe geçti? Efe, Wes Craven'dan neden özür diledi? Kerem geçmiş bölümlerin birinde neden gülme krizine girdi?" ve elbette "Kanlar Düşer neden final yapıyor?" gibi soruların cevabı da bu bölümde.
The Cabin in the Woods'u (Drew Goddard, 2011) konuştuğumuz bölümde, podcastimizin bir çeşit sağlaması olarak nitelendirdiğimiz filmin korku türü, klişeleri, stüdyo sistemi gibi meselelere yaklaşımını tartışırken, filmin ortak senaristi Joss Whedon'ın kendini hemen belli eden üslubunu konuğumuz Ege Erdal ile birlikte inceliyoruz. Yoğun miktarda canavar içerir.
Deep Red'i (Profondo Rosso, Dario Argento, 1975) konuştuğumuz bu bölümde, giallo trope’larını bir şablon gibi barındıran filmin slasher alt türü başta olmak üzere korku sineması üzerinde etkilerini tartışırken, filmdeki ses ve müzik kullanımını, sanata ve sanat eserlerine yaklaşımı üzerinden değerlendiriyoruz.
Halloween H20: 20 Years Later'ı (Steve Miner, 1998) konuştuğumuz bu bölümde ilk "legacy sequel" örneklerinden biri olarak gördüğümüz filmin, ilk iki filmde işlenen temaları nasıl geliştirdiğini tartışırken, Michael'ın şekilden şekile giren maskesine laf sokmaktan geri kalmayıp finaldeki büyük yüzleşmeye dair yüksekliğimizi ise hiçbir şekilde gizlemiyoruz.
Mulholland Drive'ı (David Lynch, 2001) konuştuğumuz bu bölümde, ikimiz için de çok önemli yeri olan filmin, rüyalara, arzu nesnelerine, sinemaya ve sektör dinamiklerine olan yaklaşımını kişisel deneyimlerimizden yola çıkarak masaya yatırdık.
In the Mouth of Madness'ı (John Carpenter, 1994) konuştuğumuz bu bölümde filmin, 90'ların ikinci yarısında popülerlik kazanan meta-anlatıların öncüsü olduğundan bahsederken, Carpenter sinemasında nereye denk düştüğünü, Lovecraftvari temaları ne şekilde kullandığını ve korku türünün galibiyetini tartışmaya açıyoruz.
The Wailing'i (Gokseong, Na Hong-Jin, 2016) konuştuğumuz bu bölümde filmin bir ele geçirilme/possession hikayesi olarak nasıl işlediğini tartışırken, batıl inançlar, yabancı düşmanlığı ve filmin seyirciyi nasıl manipüle ettiği gibi meselelere de değiniyoruz.
The Silence of the Lambs'i (Jonathan Demme, 1991) konuştuğumuz bu bölümde filmin polisiye ve korku türleri arasındaki nüanslarını, karakterler arası iletişimin anlatım öğeleriyle nasıl pekiştirildiğini ve kesinlikle transfobik olduğunu iddia ettiğimiz anlatının kültürel olarak neye hizmet ettiğini inceliyoruz.
Robert Rodriguez'in From Dusk till Dawn (1996) ve Planet Terror (2007) filmlerini bir arada konuştuğumuz bu bölümde filmleri hikaye, karakterler ve atmosfer gibi başlıklar altında karşılaştırırken, geleneksel vampir ve zombi anlatılarından hangi öğeleri ödünç alıp hangi açıdan farklılaştıklarını tartışıyoruz.
Freddy's Dead: The Final Nightmare'i (Rachel Talalay, 1991) konuştuğumuz bu bölümde serinin önceki filmlerinde karşımıza çıkan çeşitli öğelerin burada ne şekilde geri dönüştürüldüğünü irdelerken, filmdeki baskın çizgi film üslubuna dair hislerimizi dile getiriyor, ayrıca 6. filmin Freddy'nin şanına yaraşır bir final olup olmadığını tartışıyoruz.
Angel Heart'ı (Alan Parker, 1987) konuştuğumuz bu bölümde film noir ve Southern Gothic türleriyle paslaşan filmin, sürpriz sonlu hikayeler arasında nerede durduğunu tartışıyor, meşhur seks sahnesine dair hislerimizi dile getiriyor ve "Kendini bil/Know thyself" öğretisini Antik Yunan perspektifinden bilginin tehlikeleri bağlamında ele alıyoruz.
Halloween 5: The Revenge of Michael Myers (Dominique Othenin-Girard, 1989) ile Halloween: The Curse of Michael Myers'ı (Joe Chappelle, 1995) konuştuğumuz bu bölümde, serinin Thorn Üçlemesini oluşturan son iki filmini bir arada ele alıyoruz ve çekildiği yıllarının birbirinden farklı bu devam filmleri üzerindeki etkilerini tartışırken, Michael Myers'ın tarikat kökenleri başta olmak üzere alınan hikayesel ve estetik kararlarla ilgili olumlu-olumsuz fikirlerimizi söylemekten asla geri durmuyoruz.
Stage Fright'ı (Deliria, Michele Soavi, 1987) konuştuğumuz bu bölümde, giallo geleneğinden gelen bir slasher olarak tanımladığımız filmin tiyatro sanatı ile kurduğu bağları tartışırken, eğlence sektörüne dair pratiklerin filmde nasıl korku öğesi olarak karşımıza çıktığını inceliyoruz.
Rosemary's Baby'i (Roman Polanski, 1968) konuştuğumuz bu bölümde, filmde yer alan Time dergisinin meşhur "Tanrı öldü mü?" manşetinden yola çıkarak inanç, hamilelik, eğlence sektörü, binalar ve satanist komşular gibi çeşitli konulara değiniyoruz.
An American Werewolf in London'ı (John Landis, 1981) konuştuğumuz bu bölümde, filmde tasvir edilen kurt adamlığın uyruk, cinsel kimlik ve kültürel kodlar bağlamında hangi noktalara denk düştüğünü tartışırken, filmdeki tür ve ton geçişlerinin anlatıyı nasıl desteklediğini ele alıyor, bir yandan da ana karakterlerimize queer atamalar yapmaktan kendimizi alamıyoruz.
The Shining'i (Stanley Kubrick, 1980) konuştuğumuz bu bölümde, filmin uyarlandığı romanın yazarı Stephen King ile Kubrick'in vizyon farklılıklarına dair hislerimizi, oyuncu tercihlerinin etkisini, film üzerine üretilen teorilerin çokluğunun nedenlerini ve bunlardan hangilerini desteklediğimizi tartışıyoruz.
The Craft'ı (Andrew Fleming, 1996) konuştuğumuz bu bölümde, "cool" diye bahsettiğimiz filmdeki karakterlerin LGBTİ+ kimlikler bağlamında hangi noktalara denk düştüğünü tartışırken, değişen güç dengeleri ve bağımlılık mevzularına da değiniyor, ayrıca filmin kendinden sonra gelen işleri hem içerik hem biçim olarak nasıl etkilediğinden bahsediyoruz.