DiscoverDavetul İslam
Davetul İslam
Claim Ownership

Davetul İslam

Author: Necati Kockesen

Subscribed: 9Played: 224
Share

Description

Hakkı Anlatan; İnsanlardan, Sistemlerden Değil Allah'tan Korkan, Ehl-i Sünnete Bağlı Youtube Kanalı.

Derneğimiz Niğde İlindedir, başka bir yerde şubemiz yoktur.
1358 Episodes
Reverse
00:01:51 - Giriş 00:09:20 - Kur'an Dışındaki diğer kitaplar tahrif edilmiştir. 00:12:46 - Diğer semavi kitaplardan size bir şey geldiği zaman ne reddedin ne onaylayın! 00:12:46 - Peygamber ne demektir? Rasul Ne demektir? 00:31:40 - Hızır Aleyhisselam peygamber midir? 00:32:46 - Hz. Musa ile Hızır Kıssası 00:43:13 Kul Sıkışmazsa Hızır Yetişmez ne demektir? 00:48:19 - Aziz Allah şefaat Ya Rasulallah Ne demektir? 01:05:11 - Peygamber hataları ( Zelle ) ne demektir? 01:12:56 - Torpil, Rüşvet kendi cemaatinin adamlarını yerleştirme! 01:19:33 - La ilahe illallah bir kapıdır. Onunla islâma girilir. İçinin doldurulması gerekir. 01:20:58 - Mucize ne demektir? 01:22:27 - Keramet Nedir? Hak Mıdır? #islam #tevhid #akaid Ehli Sünnet akaidi Oynatma Listesi: https://youtube.com/playlist?list=PLw_dec0EVOjqEMFoCzH9ryXXvAlY0iZhA&feature=shared
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 118 âyettir. Adını, baş tarafında mü’minlerin konu edilmesinden almıştır. Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla Müminun Suresi - 1. Mü’minler muhakkak felâh bulmuş (umduklarına ermişler)dir. Müminun Suresi -2. Onlar, namazlarında huşû içinde (kalbi ve bedeniyle tam teslimiyet halinde)dirler. [bk. 4/43] Müminun Suresi -3. Onlar, boş söz (ve iş)lerden yüz çevirirler. [bk. 25/72] Müminun Suresi -4. Onlar, zekât (vazifesin)i îfâ ederler. Müminun Suresi -5. Onlar, edep yerlerini/iffetlerini korurlar. Müminun Suresi -6. Sadece eşleri veya ellerinin sahip oldukları (kendi cariyeleri) ile (münasebet) kurarlar. Çünkü onlar (bundan dolayı) kınanmazlar. [bk. 4/24 ve açıklaması] Müminun Suresi -7. Kim bu (helal ola)ndan ötesini isterse, işte onlar haddi aşanlardır. Müminun Suresi -8. Onlar (o mü’minler) ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. Müminun Suresi -9. Onlar ki namazların(ı vaktinde ve gereğince kılmay)a devam ederler. (“Ben inandım” diyenlerin umduklarına kavuşması kendi ölçülerine göre değil ancak bu ve benzeri âyetlerde belirtilen özellikleri taşımakla gerçekleşir.) Müminun Suresi -10-11. İşte onlar, vâris olanların ta kendileridir. Onlar (cennetlerin en yücesi) Firdevs’e vâris olacaklardır ki bu mirasçılar, orada ebedî kalacaklardır. [bk. 70/22-35] #islam #tevhid
Peygamber Efendimiz (a.s.m) bir keresinde minbere çıkarken, her adımda "âmin" dedi: Bir adım çıktı, "âmin..."; bir adım daha çıktı, "âmin..."; bir adım daha çıktı, "âmin..." Hutbesi bittikten sonra: "Yâ Rasûlallah! Minbere çıktığınız zaman 'âmin' dediniz, her adımınızda bunu neden söylediniz?" diyerek sebebini sordular. Buyurdu ki: "Cebrail (a.s.) üç dua etti, ben de onlara amin dedim. - Birisi: Cebrail (a.s.): 'Annesine, babasına veya sadece onlardan birine ulaşmış bir evlat, (onlara güzel hizmet edip, onların hayır duasını alıp) cenneti kazanamadıysa, ona yazıklar olsun/burnu yerde sürtünsün!' dedi, ben de amin dedim.” (Demek ki insanın bir evlat olarak, anne babasının rızasını kazanması, onların elini öpmesi, gönlünü alması, hizmet eylemesi, böylece cenneti kazanması gerekiyor. Ve bu yoldan cenneti kazanmak çok da kolaydır. Buna rağmen bunu başaramayana, anne babasının rızasını almadığı için cennete giremeyene yazıklar olsun ve olacaktır.) - İkincisi: "Cebrail (as): 'Sen peygamber olarak bir insanın yanında anıldığın zaman, sana salat-ü selâm getirmezse; ona yazıklar olsun!.. Onun burnu yere sürünsün!' dedi. Ben de ona amin dedim." “Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salat (rahmet ve sena) ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve tam bir içtenlikle selâm verin.”(Ahzab, 33/56) mealindeki ayet de salavat-ı şerifenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Allah’ın bu açık teşvik ve davetine rağmen, yanında ismi anıldığı halde Peygamber Efendimize (asm) salavat getirerek kısa yoldan büyük sevaplar kazanmayı düşünmeyen kimse, herhalde “yazıklar olsun”u çoktan hakketmiştir.) - “Üçüncüsü: "Cebrail (as): 'Ramazana eriştiği halde bir insan, buna Ramazanın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, Ramazan gelmiş geçmiş de hâlâ Allah'ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa, Allah'ın affını, mağfiretini kazanamamışsa; yazıklar olsun o kula!.. Burnu yerde sürtsün!' diye dua etti. Ben de ona amin dedim.” (bk. Buharî, el-edebu’l-müfred- 1419/1998, Riyad- 1/338; Taberanî-evsat- h. no: 8994; Bezzar, h. no: 1405; Mecmau’z-zevaid, 10/164)
Enes b. Mâlik şöyle demiştir: “Allah’ın Peygamberi (s.a.v.) bize hutbe verdiği zaman mutlaka şöyle buyururdu: ‘Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.’” (İbn Hanbel, III, 134) Ebû Bekre’nin naklettiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim bir zimmiyi (antlaşmalı bir gayri müslim vatandaşı) antlaşmalıyken öldürürse Allah ona cenneti haram kılar.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 153) İbn Abbâs’tan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kardeşinle (düşmanlığa varan) tartışmaya girme, onunla (kırıcı şekilde) şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme.” (Tirmizî, Birr, 58) Zeyd b. Erkam’dan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kişi yerine getirme niyetiyle kardeşine bir söz verir, ancak onu yerine getiremez ve zamanında sözünü tutamazsa günahkâr olmaz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 82) Ubâde b. Sâmit’ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bana kendi adınıza altı şeyin güvencesini verin, ben de size cennetin güvencesini vereyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin, söz verdiğinizde sözünüzü tutun, size (bir şey) emanet edildiğinde ona riayet edin, iffetinizi koruyun, gözlerinizi (bakılması yasak olandan) sakının ve ellerinizi (haramdan) çekin.” (İbn Hanbel, V, 323)
Videonun Tamamı İçin: https://www.youtube.com/watch?v=DILV31o2p4o İslam'a göre yasın süresi üç gündür. Ancak, kocası ölen kadın, 4 ay 10 gün yas tutar. Bu süre esnasında süslenmemesi, yeni ve gösterişli elbiseler giymemesi, kendisine evlenme teklifi yapılmaması (dünür gidilmemesi), yapılsa dahi kabul etmemesi gerekir. Nitekim Peygamberimiz (asm) şöyle buyuruyor: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kadının, bir ölünün arkasından üç günden fazla -süslenmeyi terketme anlamında- matem tutması (hidâd) helâl değildir. Ancak kocası müstesna, onun ölümü için dört ay on gün 'hidâd' yapması gerekir." (Buhârî, Cenâiz 31)
Soru: Ticarette Belirli Bir Kâr Oranı Var Mıdır? Cevap: Değerli kardeşim, islamda belirli bir kâr oranı yoktur. Kar oranını piyasa belirler. Bazen olur ki mesela siz bir malı 1000 TL'ye alırsınız siz aldıktan bir iki gün sonra fiyatlar yüzde yüz artar siz o malı 2000, hatta 3000 TL'ye satarsınız. Yine ara sokaktaki dükkanlarla ana caddedeki dükkanların kirası aynı değildir. Dolayısı ile ana caddedeki dükanda ticaret yapanlar kar hattini biraz daha yüksek tutarlar. Çünkü hem kirayı çıkarması, hem işçilerinin maaşını çıkarması hem de kendi geçimini sağlaması gerekir. Yine bazılarının dükkan kendisinin olur ve o kâr haddini biraz düşük koyar. Bazıları da kiracıdır ve onlar da kâr haddini biraz yüksek koyacaklardır. Bir başka mesele, bazıları çok büyük oranda mal alacağı için direkt fabrikadan alır ve ucuza getirir kâr oranını da ona göre koyar. Küçük esnaf ise ikinci, üçüncü elden alacağı için zaten iki defa kâr konularak satılan malı almıştır ve bir de kendisi üzerine kâr koyacak. O zaman malı fabrikadan direkt alandan biraz daha pahalıya satacaktır. Bunu biraz böyle anlamak gerekir.
Araf Suresi - 160. Biz onları (İsrâiloğulları’nı) [37] ayrı topluluk halinde on iki kabileye ayırdık. Kavmi (Tîh çölünde), kendisinden su isteyince, Musa’ya: “Âsân ile taşa vur.” diye vahyettik. (Vurunca) ondan on iki pınar (su) fışkırdı. (Kabilelerden) herkes, su içecekleri yeri bildi (krş. 2/60). Bulutu da üzerlerine gölge yaptık ve onlara, kudret helvası ile bıldırcın eti indirdik. “Size verdiğimiz rızkın temiz ve helallerinden yiyin.” (dedik). Onlar (sapmakla), bize değil, fakat kendilerine zulmediyorlardı. Araf Suresi - 161. O zaman onlara: “Şu kasabada yerleşin, dilediğiniz yerde on(un nimetlerin)den yiyin. ‘Affet’ deyin ve (şehrin) kapısından baş eğerek (hürmet içinde tevâzû ile) girin ki sizin hatalarınızı bağışlayalım; iyilik (ve iyi hareket) edenlere (mükâfatı) daha da artıracağız.” denilmişti. [krş. 2/58] Araf Suresi - 162. Ne var ki aralarındaki zalimler, (af dilemeleri için söylediğimiz) sözü (tahrif edip) kendilerine söylenenden başka hâle soktular. Biz de (böyle) haksızlık ettiklerinden dolayı üzerlerine gökten iğrenç bir azap (vebâ) indirdik. [krş. 2/59] Araf Suresi - 163. (Resûlüm!) Onlara, deniz kıyısındaki o kasaba[38] (nın başına gelen felaket)i sor. (Hani onlar, Allah yasak ettiği halde), Cumartesi gününde (balık avlama yasağını dinlemeyip) haddi aşıyorlardı. Çünkü (onların, ibadete saygı gösterip tatil yaptıkları) Cumartesi günü, balıklar sürüler halinde meydana çıkarak onlara doğru gelirlerdi. Cumartesi dışındaki günlerde ise gelmezlerdi. İşte itaatten çıkmaları sebebiyle, biz onları böyle imtihan ediyor (belaya uğratıyor)duk. (Yahudilerden bir kısmı, Allah’ın emirlerini dinlemeyip yasaklarını çiğniyorlardı. Bir kısmı bunları görüp hiç ses çıkarmıyor, bir kısmı da onları ikaz ediyordu. Fakat ertesi gün onları, yine aynı halde gördükleri halde onlarla oturup yiyip içip sohbet ediyorlardı. İşte onlardan bir kısmı Allah’ın cezası olarak rivayete göre şeklen veya rûhen maymuna dönüşmüşlerdir (7/166). Bedenen dönüşmüş olanlar üç gün sonra ölmüşlerdir. Rûhen maymuna dönüşenler ise, onlar gibi aç gözlü ve taklitçi olanlardır[39] (2/65). Bu anlamda her devirde nefislerinin esiri olan insanlar, taşkın hareket ve davranışlarıyla rûhen çeşitli hayvanlara dönüşmüş görünümdedirler. Bu anlamda, “İnsanlaşan hayvan olmamıştır, ama hayvanlaşan insan çok olmuştur.” Netice olarak, Cumartesi ibadetini bırakıp Allah’ın yasakladıklarını çiğnemekle meşgul olanlar ve onları meşrulaştıranlar maddeten ve mânen cezaya uğratılmışlardır. Müslümanlara da Allah, Cuma vaktinde ticareti (kazancı) bırakmayı emretmiştir.) [bk. 62/9] Araf Suresi - 164. Hani içlerinden bir cemaat: “Allah’ın yok edeceği veya (âhirette) şiddetli bir azaba çarptıracağı bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?” dedi. (Öğüt verenler de: “Vazifemizi yapmış olmakla) Rabbinizce mazur görülmek için, bir de belki onlar, ‘Allah’ın emrine uygun yaşayıp karşı gelmekten sakınırlar’ diye (öğüt veriyoruz).” dediler. Araf Suresi - 165. Onlar, kendilerine verilen nasihatleri unutunca, biz de kötülükten menetmeye çalışanları kurtardık, zalimlik yapanları da ‘Allah’ın emrinden sapmalarından’ dolayı şiddetli bir azap ile yakaladık. Araf Suresi - 166. Onlar yasak edilen şeylerden (vazgeçmeyip) haddi aştıkları zaman kendilerine: “Aşağılık maymunlar olun.” dedik. [krş. 2/65; 5/60; 7/163] Araf Suresi - 167. (Resûlüm!) O vakit, Rabbin, kıyamet gününe kadar onlara en kötü eziyeti yapacak kimseleri, mutlaka göndereceğini bildirmiştir. Şüphesiz Rabbin cezayı çok çabuk verendir. Hem de O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Araf Suresi - 168. Biz, onları yeryüzünde parça parça topluluklara ayırdık. Onların içinde iyi olanlar da var, aksine (küfür ve fâsıklıkta) olanlar da var. (Biz,) onları belki (iyiliğe) dönerler diye hem iyiliklerle hem de (kıtlık ve sıkıntı gibi) kötülüklerle imtihan ettik. 169. Nihayet onların ardından yerlerine birtakım (kötü) kimseler geldi ki (onlar), Kitab’a (Tevrat’a) mirasçı oldular, şu en değersiz/aşağılık (dünya)nın malını (haksız ve yanlış hüküm verme karşılığında değişip) alırlar ve: “Biz (nasılsa) bağışlanacağız.” derler. Kendilerine ona benzer bir mal/menfaat daha gelse onu da alırlar. Onlardan, Allah hakkında hakikatten başkasını söylemeyeceklerine dair Kitab üzerine kuvvetli söz alınmamış mıydı? (Evet alınmıştı.) Halbuki onlar, onun içindekini de (durmadan) okumuşlardı. Âhiret yurdu, ‘Allah’ın emrine uygun yaşayan/günahlardan sakınanlar’ için daha hayırlıdır. Hâlâ (akıllanıp) düşünmeyecek misiniz? [37] İsrâiloğulları, Hz. Yakub’un 12 oğlundan çoğalarak kabile haline gelmiştir. [38] Medyen ile Taberîye arasında Şa‘b denizi yakınındaki Eyle (Eila) kasabasıdır. Medyen veya Taberîye de denilmiştir (Beydâvî; İzmirli, I, 294). [39] Maymunlaşmanın rûhen olduğuna dair rivayetler varsa da bedenen olmasındaki delâlet daha açıktır (İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 59-60; Mehmed Vehbi, V, 1789-1791).
“Kim Allah’ın kitabından bir âyet dinlerse, ona kat kat sevap verilir. Kim de onu okursa o, kıyamet gününde o kimse için nur olur.” (C. Sağir: 8425) İbn-i Abbas’tan rivayetle “Kim Allah’ın Kitab’ından bir âyet dinlerse o, ona nur olur.” “Kur’an okuyana bir sevap, dinleyene iki sevap vardır.” buyurulmuştur. Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- buyurmuştur ki: “Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bana hitaben, ’Bana Kur’an oku” buyurdu. Ben de Ona, ‘Kur’an sana indirildiği halde onu ben mi sana okuyacağım?’ dedim. Peygamber ‘Şüphesiz ben Kur’an’ı başkasından dinlemeyi severim’ buyurdu. Ben de kendisine Nisâ sûresini okumaya başladım. "Her ümmetten birer şahit, onlara da seni şahit getirdiğimiz zaman nice olur.’ âyetine geldiğimde, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bana, ‘Yeter, dur’ buyurdu. O sırada gördüm ki, Peygamber’in gözlerinden yaşlar akıyordu.” Okunan Kur’an-ı kerim’ler insanlardan başka Cinler ve Melekler tarafından da dinlenir. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde: “Resul’üm! Hani Kur’an dinlesinler diye sana cinlerden bir tâife yöneltmiştik. Hazır olunca birbirlerine: ‘Susun!’ demişlerdi. Kur’an’ın okunması bitince, her biri birer uyarıcı olarak kavimlerine dönmüşlerdi.” (Ahkaf: 29) “Gerçekten biz hayranlık veren çok hoş Kur’an dinledik.” buyurarak Kur’an okunduğu zaman cinlerin dinlediğini bildirmiştir. (Cin: 1) Bir keresinde Üseyd bin Hudayr gece vakti Bakara sûresini okuyordu. Atı da yanında bağlıydı. Kur’an okurken birden at huysuzlaştı. Üseyd sustu. O susunca at da sakinleşti. Üseyd tekrar okumaya başlayınca at yine huysuzlaştı, susunca at yine sakinleşti. Üseyd yine okumaya başlayınca at yine huysuzlaştı. Üseyd okumaktan vazgeçmişti. Çünkü Üseyd’in oğlu Yahya ata yakın bir yerde yatıyordu. Atın çocuğa zarar vermemesi için çocuğu geri çekti. Bu esnada başını çevirip gökyüzüne baktığında, beyaz bulut gölgesine benzer beyaz bir sis içinde kandil gibi birşeylerin parlamakta olduğunu gördü. Sonunda göremez oldu. Sabah olunca durumu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e anlattı. O da bunların melek olduğunu söyledi ve şöyle buyurdu: “Senin Kur’an okuyuş sesine yaklaşmışlardı. Eğer okumaya devam etseydin, sabaha kadar seni dinlerler ve sabah insanlar onları görürlerdi.” (Buhâri) Kur’an okumak Cenâb-ı Allah’ın biz insanlara bahşettiği çok büyük bir lütuftur, bunu meleklere bile vermemiş, bu sebebledir ki melekler kelamullahı dinlemeyi çok sever ve Kur’an meclislerine semadan inerler. Kur’an-ı kerim’i tane tane, anlaşılır, usûl ve kâidelerine uyarak sesli bir şekilde okumak gerekir ki “yalnız olmadığımız için” o esnada bizi kimlerin dinlediğini bilemeyiz.
Araf Suresi - 154. Musa’nın öfkesi (geçip) sakinleşince, (yerden) levhaları aldı. Onların bir nüshasında (şu vardı): “Hidayet ve rahmet, Rablerin(e karşı gelmek)den korkan kimseler içindir.” Araf Suresi - 155. Musa (buzağıya tapan arkadaşları namına af dilemek üzere tekrar) tayin ettiğimiz vakit(te buluşmak) için,[32] kavminden yetmiş adam seçti de (onlar, Allah’ın Musa ile olan konuşmasını işitmelerine rağmen, ancak Allah’ı görünce inanacaklarını söylemeleri üzerine) onları bir sarsıntı (zelzele) tutunca (yıkılıp bayıldılar. Musa) dedi ki: “Yâ Rabbi! Eğer dileseydin onları da, beni de daha evvel helak ederdin. İçimizdeki birtakım beyinsizler yüzünden bizi de mi helak edeceksin? Bu senin imtihanından başka (bir şey) değildir. Onunla dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin, artık bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” [bk. 2/55] (Âyet-i kerîmede geçen yahudiler gibi, her devirde bir kısım insanlar, Allah’a samimi olarak dönmeye ve emirlerine teslimiyete çağırıldıkları zaman, içlerindeki putları kıramayan ve görsel putlara rağbet edenler bir bahane bulup yan çizerler ve âsîliklerine devam ederler. Bunlara karşılık mü’minler: “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de helak etme Allah’ım.” diye dua etmelidirler.) Araf Suresi - 156. “Bize hem bu dünyada hem de âhirette iyilik nasip et. Şüphesiz biz (tevbe edip) sana yöneldik.” (dedi). (Allah) buyurdu ki: “Ben, (amellerine göre) dilediğim kimseyi azâbıma uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kuşatır, onu muttakî olan (Allah’ın emrine uygun yaşayan/karşı gelmekten sakınan)lara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara nasip edeceğim.” (Bu âyetlerin inmesi üzerine yahudiler,“Biz, Allah’ın âyetlerine yani Tevrat’a iman etmekte ve zekâtı da vermekteyiz. Onun için Allah’ın rahmetine biz dâhiliz.” dediler. Bunun üzerine yüce Allah, artık bunun böyle olmadığını, kim Resûlü Muhammed’e ve ona indirilen Kur’an’a iman edip uyarsa, ancak onların saadete erip cennete gireceğini aşağıdaki âyetle bildirdi. Bu böyle olunca hiç kimse, kimseye bu şartların dışında cennet sözü verme tasarrufunda bulunamaz.) Araf Suresi - 157. O (Ehl-i Kitab ola)nlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de (adını ve özelliğini) yazılmış olarak bulacakları, ümmî[33] peygamber olan (son) Resûl (Muhammed)’e uyarlar.[34] O (Peygamber), onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder. Onlara temiz/hoş şeyleri helal, (kendilerince helal saydıkları veya amel olarak) pis ve murdar şeyleri de haram kılar.[35] Onlar(ın sırtın)dan ağır yükü ve üzerlerinde olan zincirleri (zor teklifleri) kaldırır. Artık ona inanan, ona hürmet eden, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte (dünya ve âhirette) kurtuluşa erenler sadece onlardır. [bk. 2/146] Araf Suresi - 158. (Resûlüm!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, Allah’ın sizin hepiniz için (gönderilen) peygamberiyim. O (Allah) ki göklerin ve yerin mülkü ve hükümranlığı kendisinindir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, hem diriltir hem öldürür. O halde Allah’a inanın; Allah’a ve O’nun sözlerine inanan, ümmî peygamber Resûlü’ne de inanın. Ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”[36] [bk. 2/107; 34/28] Araf Suresi - 159. Musa’nın kavminden de (halkı) doğruya çağıran ve onunla adaleti sağlayan bir cemaat var(dı). [bk. 2/146] Araf Suresi - 160. Biz onları (İsrâiloğulları’nı)[37] ayrı topluluk halinde on iki kabileye ayırdık. Kavmi (Tîh çölünde), kendisinden su isteyince, Musa’ya: “Âsân ile taşa vur.” diye vahyettik. (Vurunca) ondan on iki pınar (su) fışkırdı. (Kabilelerden) herkes, su içecekleri yeri bildi (krş. 2/60). Bulutu da üzerlerine gölge yaptık ve onlara, kudret helvası ile bıldırcın eti indirdik. “Size verdiğimiz rızkın temiz ve helallerinden yiyin.” (dedik). Onlar (sapmakla), bize değil, fakat kendilerine zulmediyorlardı. [32] Tevrat’ta, tayin edilen vakit yerine toplanma çadırı ifadesi geçmektedir. [bk. Tevrat, “Sayılar”, 11/16-17] [33] Burada ümmî lafzı, okur yazar olmayan anlamındadır. [bk. 29/48-49] [34] Hz. Muhammed (sas.), Allah’ın kendisine kitap verilen elçisi olmak bakımından “Resûl,” halka Hakkın emirlerini tebliğ ve haber vermesi itibariyle “Nebî”dir. (Beydâvî). [35] Âyet-i kerîmede geçtiği üzere, 2/173; 5/3; 6/145. âyetlerde geçen haramların dışında bildirilmeyen haram ve helal kapsamında olan şeyler hakkında hüküm koyma yetkisi, bu ve diğer (bk. 59/7; 5/92) âyetlerde Peygamberimiz’e verilmiştir. Âyet-i kerîmede pis ve murdar olarak bildirilenlerin neler olduğunu o açıklamıştır. [36] Ehl-i Kitab olan yahudi ve hıristiyanlar, (bilgisi kendilerine ulaşmış mükellefler olarak) Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve bütün insanlara gönderilmiş olduğunu bile bile kabul etmezlerse kâfir olurlar. [İbni Abidîn, IX, 16; XVII, 2; diğer âyetler için bk. 4/42; 6/33; 7/157-158; 10/2; 13/43; 47/2; 48/13] #islam #tevhid
İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem omuzumu tutarak şöyle buyurdu: “Dünyada tıpkı bir garip hatta bir yolcu gibi davran!” İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle derdi: Akşamı ettiğinde, sabahı bekleme! Sabaha çıktığında, akşamı bekleme! Sağlıklı günlerinde, hastalanacağın vakit için; hayatın boyunca da öleceğin zaman için tedbir al! (Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3) Enes radıyallahu anh şöyle dedi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yere birtakım çizgiler çizdi. Sonra da çizgileri göstererek şöyle buyurdu: “Bunlar insanın istek ve arzuları, şu da onun ecelidir. İnsan hayal içinde yaşayıp giderken bir de bakar ki en yakın ölüm çizgisi karşısına gelivermiş.” (Buhârî, Rikak 4) İbni Mesut radıyallahu anh şöyle dedi: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yere bir dörtgen çizdi. Dörtgenin ortasına, onu bir kenarından keserek dışarı çıkan bir çizgi çekti. Ortadaki bu çizginin iki yanından ona doğru birtakım küçük çizgiler daha çizdi. Sonra çizgileri göstererek şöyle buyurdu: “Şu insan, şu da onu kuşatan (veya “kuşatmış olan”) ecelidir. Dörtgeni keserek dışarı çıkan, insanın arzularıdır. Ortadaki çizgiye yönelik küçük çizgiler, dert ve ıstıraplardır. İnsan bu dertlerin birinden kurtulsa, öteki gelip çarpar. Şundan kurtulsa, beriki gelip yakalar.” (Buhârî, Rikak 4. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet 22; İbni Mâce, Zühd 27)
“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın! Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” (el-Bakara 2/190) “Ey îmân edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (kendinize) haram kılmayın ve haddi aşmayın! Allah haddi aşanları sevmez.” (el-Mâide 5/87) “Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice duâ edin! Bilesiniz ki O, haddi aşanları sevmez.” (el-A‘râf 7/55) “(Münâfık biri) iş başına geçtiğinde, yeryüzünde ortalığı fesâda vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah ise fesâdı sevmez.” (el-Bakara 2/205) “Onlar (yahûdiler) yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (el-Mâide 5/64; el-Kasas 28/77) “De ki: Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin! Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân 3/32; er-Rûm 30/45) “Allah Teâlâ faizi mahveder, sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” (el-Bakara 2/276) “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın! Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, câriye) iyi davranın! Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (en-Nisâ 4/36) “O, büyüklük taslayanları aslâ sevmez.” (en-Nahl 16/23) “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokmân 31/18) “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın! Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nîmetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” (el-Hadîd 57/22-23) Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Servetine güvenip şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez!” (el-Kasas 28/76) Fânî dünya malıyla sevinmek doğru değildir. Zira böyle bir hareket, insanı, dünyayı sevip ona bağlanarak âhiretten gâfil kalmaya ve muhabbetullahtan uzaklaşmaya götürür. Bu sebeple Allah Teâlâ, dünya süsleriyle sevinip şımaranları sevmez. Hâinler Cenâb-ı Hak, ilâhî emânetlere ve insanların emânetlerine ihânet eden, arkadan vuran ve sinsice işler yapan hâinleri sevmez. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur: “Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hâinliği meslek edinmiş günahkârları sevmez.” (en-Nisâ 4/107) “(Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (onlarla yaptığın ahdi) aynı şekilde bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah, hâinleri sevmez.” (el-Enfâl 8/58) “Allah, îmân edenlerden (müşriklerin gâilelerini) uzaklaştırır. Şu da muhakkak ki Allah, hâin ve nankörlerin hiçbirini sevmez.” (el-Hacc 22/38) Kötü Sözü Açıkça Söyleyenler Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka. Allah her şeyi işitici ve bilicidir.” (en-Nisâ 4/148) Bu âyet-i kerîmenin şu hâdise üzerine nâzil olduğu rivâyet edilir: Rasûlullah (s.a.v) ashâb-ı kirâmın arasında otururken, bir adam geldi, Hz. Ebû Bekir’e hakâretler ederek onu üzdü. Ancak Ebû Bekir (r.a) sükût etti, adama cevap vermedi. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. Hz. Ebû Bekir yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de hakaret edince Ebû Bekir (r.a) adama hak ettiği cevâbı verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) hemen kalkıp yürüdüler. Ebû Bekir (r.a) hemen arkasından yetişerek: “–Ey Allah’ın Rasûlü, yoksa bana darıldınız mı?” diye sordu. Allah Rasûlü (s.a.v): “–Hayır. Lâkin semâdan bir melek inmiş, o adamın sana söylediklerini yalanlıyor, senin adına ona cevap veriyordu. Sen karşılık verip intikamını alınca melek gitti, onun yerine şeytan geldi. Bir yere şeytan gelince ben orada durmam!” buyurdular.[2] İsrâf Edenler Cenâb-ı Hak hayır işlerinde bile isrâfı yasaklamış, orta yoldan gitmeyi tavsiye etmiştir. Kişinin malını, haram ve çirkin yollarda isrâf etmesi ise en büyük kötülüktür. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur: “Allah Teâlâ, güzel konuşuyorum diye ineklerin dillerini eğip büktüğü gibi dilini eğip büken kimseye gazab eder.”[3] “Allah Teâlâ, söz ve fiillerinde fuhşa ve çirkinliğe dalan, bunlarla çok meşgul olan kimseye gazab eder.”[4] “Allah Teâlâ, dünya işlerini bilip de âhiret husûsunda câhil olan herkese gazab eder.”[5] “Allah Teâlâ, ısrarla isteyen dilenciye gazab eder.”[6] Dipnotlar: [1] Âl-i İmrân 3/57, 140; eş-Şûrâ 40/40. [2] Ebû Dâvûd, Edeb, 41/4896; Mukâtil b. Süleymân, Tefsîr, 1: 418; Semerkandî, Bahru’l-ulûm, 1: 352; İbnü’l-Cevzî, 1: 491. [3] Ebû Dâvûd, Edeb, 86/5005. [4] Ahmed, Müsned, 2: 162. [5] Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1: 65/2760. [6] Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1: 65/2757.
İlk oturuş, namazın vâciplerindendir. Vâcibin unutulması durumunda son oturuşta sehiv secdesi yapılması gerekir. İlk oturuşun kasten terk edilmesi ise tahrîmen mekruhtur, dolayısıyla namazın iade edilmesi gerekir. (İbn Nüceym, el-Bahr, 1/310; İbn Âbidîn,Reddü’l-muhtâr, 2/88) #islam #tevhid #akaid Ehli Sünnet akaidi Oynatma Listesi: https://youtube.com/playlist?list=PLw_dec0EVOjqEMFoCzH9ryXXvAlY0iZhA&feature=shared
loading
Comments 
loading