Discover
Dünyayı Çevirenler
Dünyayı Çevirenler
Author: Apaçık Radyo
Subscribed: 4Played: 194Subscribe
Share
© Apaçık Radyo
Description
Edebiyat tarihine damga vuran yazarları, eserlerini Türkçeye kazandıran çevirmenlerle konuşan bir program. Konular, yazarların biyografileri, eserleriyle yaşamları arasındaki bağlar ve çevirmenlerin deneyimlerine odaklanıyor. / Hazırlayan ve Sunan: Didem Bayındır
45 Episodes
Reverse
Ermeni edebiyatının en özgün ve evrensel seslerinden biri olan William Saroyan’ın göç, aidiyet, hafıza ve insanlık hallerini yalın bir dille anlatan metinlerini, yazarlığını çevirmenleri Aziz Gökdemir ve Ohannes Kılıçdağı ile konuşuyoruz.
Sessizlik, yıkım ve dilin sınırlarında dolaşan edebiyatın en sarsıcı seslerinden Thomas Bernhard’ı, çevirmeni Sezer Duru ile ele alıyor; Bernhard’ın tekrarlar, monologlar ve keskin ritimlerle kurduğu dil dünyasını; bu yoğun üslubun Türkçeye aktarımındaki zorlukları, çeviri tercihlerini ve metinlerin okurda yarattığı etkiyi konuşuyoruz.
Norveç edebiyatının çağdaş üç sesi; Jon Fosse, Dag Solstad ve Per Petterson'ı ele alıyor; Kuzey’in sade ama derinlikli anlatı geleneğini şekillendiren bu yazarların; sessizlik, yalnızlık, inanç, varoluş ve insanın iç dünyası etrafında kurdukları edebî dilini konuğumuz 'sessizliğin dilini' Türkçeye taşıyan çevirmen Banu Gürsaler Syvertsen ile konuşuyor; Norveç’in içe dönük atmosferinden Türkçe okura uzanan bu yolculukta metinlerin ritmini, felsefi ağırlığını ve çevirinin dönüştürücü etkisini birlikte keşfediyoruz.
Oscar Wilde’dan Harper Lee’ye uzanan çevirileriyle tanınan, çağdaş edebiyatın önemli isimlerini Türkçeye kazandıran çevirmen ve akademisyen Ülker İnce ile çeviri anlayışını, edebiyata bakışını ve metinleri yeniden yazma sürecini konuşuyoruz. Ayrıca Lawrence Durrell’in “İskenderiye Dörtlüsü” üzerine Ülker İnce’nin geçmiş çeviri deneyimleri, bu külliyatın Türkçede aldığı biçim ve edebiyata açtığı yeni düşünme alanları da sohbetimizin merkezinde.
Konuğumuz Zeynep Avcı ile William Shakespeare’in metin evrenini, karakter kurulumunu ve çağlar boyunca neden hâlâ bu kadar etkili olduğunu konuşuyoruz.
Modern Yunan şiirinin önde gelen isimlerinden Konstantinos Kavafis'in hayatı, şiiri ve edebi mirasını çevirmeni Ari Çokona ile konuşuyoruz.
Franny ve Zooey'nin çevirmeni Ömer Madra ile Salinger'ı konuşuyoruz.Yazarının ötesinde bu programın sanırım hep ayrı bir yeri olacak çünkü 13 Kasım Açık Radyo’nun doğum günü. Açık Radyo, tam otuz yıldır nice farkı ses, renk, yaşam, gerçek dolmuş ve doluyor hayatımıza - kâinatın içinden.
Otorite, dil, hafıza ve gerçeğin manipülasyonu üzerine yazdıklarıyla 20. yüzyıl edebiyatında benzersiz bir yere sahip George Orwell’ın dünyasına, çevirmeni Celâl Üster eşliğinde bakıyoruz.
Korku, insanın en eski duygularından biri. 18. yüzyılın sonlarında doğan; böylelikle hem bilinmeyene hem de insana dair anlatısına kapı aralayan edebiyatının ilk örneklerini ise Horace Walpole’un “Otranto Şatosu”, Ann Radcliffe’in büyülü ve ürkütücü atmosferleri, Mary Shelley’nin “Frankenstein”ı ya da Bram Stoker’ın “Dracula”sı gibi eserler oluşturuyor. Aydınlanma Dönemi’ne bir tepki niteliğindeki bu gotik romanlar, dünyanın sadece akıl ya da düzenle açıklanamayacağını hatırlatıyor, bir nevi kendi atmosferleri “karanlık”a da ışık tutuyorlardı. Korku canavarların, zombilerin, vampirlerin değil; insanın kendi doğasının aynasıydı.Dünyayı dönüştüren zaman, gotik edebiyatı da dönüştürdü ve 20. yüzyılda H. P. Lovecraft’la birlikte “kozmik korku” kavramı doğdu: Artık kötülük şatonun mahzeninde değil, evrenin derinliklerindeydi. Edgar Allan Poe’yla insanın zihni çözüldü, Shirley Jackson’la korku banliyö evlerine, geceleyin kentin daracık sokaklarına yani gündelik hayata taşındı. Irk, toplumsal cinsiyet, hafıza ve travma gibi meseleleri işleyen “modern korku”yla birlikte gotik karakterler de biçim değiştirdi. Bugün korku edebiyatının yeni bir fazıyla karşı karşıyayız. Eko-korku olarak adlandırılan bu yeni damar, en kaba ifadeyle doğanın öç almasını, yani insanın yeryüzündeki tahakkümünün geri teptiği bir dünyayı anlatıyor; doğa artık korkunun mekânı değil, bizzat failine dönüşüyor. Bu dönüşümde, çağımızın en gerçek felaketi iklim krizinin yansımalarını ve gotik mimarinin yerini eriyen buzullara, yanan ormanlara, kirlenen denizlere bıraktığını görüyoruz. Bu anlamda, korku edebiyatı “korkarım” ki hiçbir edebiyat türünün olmadığı kadar “kan”lı canlı karşımızda duruyor. Dünyayı Çevirenler / Cadılar Bayramı Özel programının bugünkü konuğu yayımladığı, çevirdiği, hazırladığı, kısacası elinin değdiği tüm kitaplarla korku edebiyatının hakkını fazlasıyla vermiş bir isim: Yankı Enki. Yankı’yla gotik edebiyat konuşacağız ama baştan uyarayım, Yankı öyle bir anlatacak ki programın sonunda korku edebiyatı fan’ına dönüşmemek pek mümkün olmayacak - deneyimle sabit.
Yu Hua, Kültür Devrimi’nin gölgesinde büyümüş, diş hekimliğinden edebiyata yönelmiş bir yazar. Deneysel öykülerden, sade ama keskin bir dile evrilerek Yaşamak’ta sabrı, Kanını Satan Adam’da ise onur ve direnci anlattı. Onun eserlerinde ölüm sadece bir son değil; unutuluşun, adaletsizliğin simgesi. Yaşamak ise “her şeye rağmen yaşamak.”Yu Hua’yı ve kitaplarını (Yaşamak, On Sözcükte Çin), çevirmeni Bahar Kılıç ile konuşuyoruz.
20. yüzyılın ikinci yarısında Rusça edebiyatın sınırlarını yeniden çizen Svetlana Aleksiyeviç’in dünyasına kulak veriyoruz. Kendini bir yazar değil, 'insan ruhunun tarihçisi' olarak tanımlayan Svetlana Aleksiyeviç; bir halkın, bir dönemin, bir sistemin yankılarını bir araya getirerek çok sesli bir koro yaratıyor. Onu ve eserlerini, Çernobil Duası ile Son Tanıklar'ın çevirmeni Aslı Takanay ile konuşuyoruz.
Antik Yunan’a gidiyor ve Aristoteles’ten Vergilius’a, Dante’den Joyce’a pek çok klasik ve modern yazarı etkileyen, Azra Erhat’ın deyimiyle 'en bilinmeyen ozan' Homeros’u klasik, modern ve çağdaş Yunan edebiyatının yanı sıra Antik Çağ felsefesinin de birbirinden önemli yapıtlarını Türkçeye kazandıran Ari Çokona ile ağırlıyor; dünya edebiyatının da neredeyse tüm yönlerini şekillendiren İlyada ve Odysseia gibi iki devasa destanı ele alıyoruz.
Bir kadının gördüğü rüya üzerine et yemeyi bırakma kararının giderek bedeninden ve toplumsal normlardan kopuşuna dönüşmesini anlattığı “Vejetaryen” ile 2016’da Uluslararası Booker Ödülü’nü kazanarak dünya çapında edebiyat sahnesine güçlü bir giriş yaptı. Bu ödül kısmen Kore edebiyatı için de tarihî bir dönüm noktasıydı. “Çocuk Geliyor”da 1980 Gwangju Katliamı’nı farklı anlatıcıların gözünden aktarırken, “Beyaz Kitap”ta yas ve kayıp üzerine şiirsel bir metin kuruyordu.Eserlerinde insanın şiddetle, doğayla, kendi varoluşuyla ilişkisini derinlikli biçimde işliyor. Travma, hafıza, suçluluk ve insanın kırılganlığı gibi temaları, Kore tarihindeki toplumsal acılarla harmanlayarak anlatıyor. 2024’te edebiyat dünyasının en büyük onurlarından biri olan Nobel Edebiyat Ödülü “tarihsel travmalarla yüzleşen ve insan hayatının kırılganlığını gözler önüne seren yoğun şiirsel dili” gerekçesiyle verildi. Han Kang böylece Nobel’i kazanan ilk Koreli ve ilk Asyalı kadın yazar oldu.“Dünyayı Çevirenler”de bugün şimdiye kadar hiç uzanmadığımız bir coğrafyaya, Güney Kore’ye uzanacak ve çağdaş Kore edebiyatının en önemli yazarlarından Han Kang’ı çevirmeni Göksel Türközü’yle konuşacağız. Aklımda ise hep şu soru: Savaşın, zulmün, vahşetin ve tüm bunların suskunlaştırdıkları karşısında hatırlamak, yaşantıları hikâyeleştirmek yani dile getirilmeyeni, anlamlandırılmayanı ifade etmek hayatta kalanların sorumluluğu mudur?
Bugün ilk kez Çin’e uzanıyor ve Nobel Ödüllü yazar Mo Yan’ı, edebiyatını ve çevrilme serüvenini çevirmeni Erdem Kurtuldu ile konuşuyoruz. 1955’te Shandong’da doğan Mo Yan, Kültür Devrimi sırasında okulu bırakıp çalışmaya başladı, ardından Halk Kurtuluş Ordusu’na katıldı. Asıl adı Guan Móyè, ama 1984’ten beri “sakın konuşma” anlamına gelen Mo Yan adını kullanıyor. Eserlerinde Çin’in kırsal yaşamı ve 20. yüzyılın dönüşümleri bireysel ve toplumsal hafıza üzerinden anlatılıyor. Doğrudan kişileri değil, sistemi eleştiren, ironik ve mizahi üslubuyla öne çıkıyor; folklorik ve modernist öğeleri birleştirerek evrensel bir anlatı dili kuruyor.
20. yüzyılın en önemli Macar yazarlardan biri olan Sándor Márai’yi çevirmeni Tarık Demirkan ile konuşuyoruz.
1953 tarihli Fahrenheit 451 adlı kitabıyla ünlenen Amerikalı yazar Ray Bradbury'yi çevirmeni Mehmet Moralı ile konuşuyoruz.
Doğduğu coğrafya ve zaman dilimine derin bir tarihsel bağ kazandırdığı anlatılarıyla okurunu geçmiş ve kolektif hafıza ile yüzleştiren Jenny Erpenbeck'in çevirmeni Regaip Minareci ile Kairos ve Bütün Günlerin Akşamı romanları üzerinden Erpanbeck edebiyatını konuşuyor; zaman, hafıza ve birey ekseninde geçmişin bugünkü benlik üzerindeki etkisini tartışıyoruz ve edebiyatın yalnızca bir anlatı değil, aynı zamanda bir hatırlama ve düşünme alanı olduğunu bir kere daha anlıyoruz.
Konuğumuz Damla Kellecioğlu ile çizgi roman çevirmenliğini mercek altına alıyoruz.
Vigdis Hjorth travma anlatısı, aile içi gerilimler, hafızanın politik boyutu ve kadın kimliği ekseninde şekillenen minimalist ama yoğun bir anlatıya dayanan tarzıyla otobiyografik kurgunun en önemli çağdaş temsilcilerinden biri. Sade görünen cümlelerin ardında neler yok ki? Derin psikolojik çözümlemeler, hakikat arayışları, karakterlerin iç dünyalarını ve mahrem kapılarını yavaş yavaş açışı. O kapıların ardında da asla bağırmadığı halde son derece sert, sarsıcı resmedişleriyle travmatik yaşamlar, dünyalar. Sonundaysa bireyin içsel çalkantılarıyla toplumun görünmez baskıları arasındaki çatışmayı incelikli bir biçimde işleyişi ve okurlarını bir yüzleşmeye de davet edişi.Sadece yazdıklarıyla değil, edebiyatın otobiyografi ile kurgu arasındaki sınırlarını bulanıklaştırarak “bireyin adil ve iyi yaşama hakkı”na dair politik veçhesini düşündürmesi bakımından da çok önemli seslerden o.Bugün ikinci kez Norveç’e uzanacak ve Norveç edebiyatının en dikkat çeken, cesur kalemlerinden Vigdis Hjorth’u Miras, Annem Öldü mü ve Postane Günlükleri kitaplarının çevirmeni Dilek Başak ile konuşacağız.
Here is the second and final part of Didem Bayındır's interview with Édouard Louis on class, identity, sexuality, politics, and friendships.



