DiscoverBilal A. – Filozofun YoluRönesans 2/3: Din, Hukuk ve Devlet Felsefesi
Rönesans 2/3: Din, Hukuk ve Devlet Felsefesi

Rönesans 2/3: Din, Hukuk ve Devlet Felsefesi

Update: 2020-03-14
Share

Description

<figure class="wp-block-audio"></figure>



REFORMLAR





Rönesans’ın Din Düşüncesine Etkisi





  • İnsanın kendi iç dünyasında yeniyi arayan Rönesans felsefesi, yeni bir insan anlayışı yanında yeni bir din, hukuk ve devlet anlayışı da geliştirmişti fakat Roma’nın mutlak manevi kudreti felsefi reforma karşı koymakta devam eden belli başlı engellerden biri idi ve devi sarsmak için edebiyat sevgisinden daha güçlü bir araç, özgür düşünce zevkinden daha etkili faktörler gerekiyordu.
  • Bu araç dinde yenilenme olacak ve Reform adını alarak yalnız kilisenin himaye ettiği felsefi sisteme değil bizzat kiliseye ve onun mutlak otoritesi prensibine hücum edecektir.
  • Ortaçağın kilisesi hem kilise hem de okuldur; yani hem dini hem entelektüel otoriteyi muhafaza eder. Kilisenin iktidarı cahil ve barbar uluslar üstünde bu yüzden iyi, meşru ve hatta zorunluydu.
  • Bu vesayetin ortadan kalkması reşit olmaktan geçecektir elbette. Kendi otoritesini kişiliğini, kimliğini, otoritesini ve özgürlüğünü isteyen Rönesans kilisenin tek imtiyazlı okul olma özelliğini ortadan kaldırmıştı; geriye kalan ise vicdanları onun esaretinden kurtarmaktı.
  • Rönesans sürecince Skolastiğe olan tepki mevcut kiliseyi aşıp yeni bir kilise yaratmak, tıpkı gerçek felsefeye erişmek gibi gerçek, asıl, eski Hristiyanlığa dönmek ister. Bunu da yine antik düşüncenin kaynaklarına erişerek kilisenin etkilerini temizleyerek gerçekleştirecektir.
  • Reform sürecinin Alman rahip Martin Luther (1483-1576) döneminde kilisenin bahsettiğin politize olması ve dini ekonomiye itirazıyla başladığını biliyoruz. Bu akımın tüm Avrupa’yı saracak 30 Yıl Savaşlarını da doğuracaktır.




Mistisizmin Etkisi





  • Katolik Kilisesi bu dönemde dünya ve politika işleri ile çok uğraşması, para karşılığı günah çıkarması gibi nedenlerle özellikle alt tabakanın ilgisini yitirmişti. Bu yüzden imanın sağladığı umudu insanlar artık kendinde aramaya başlamış, bu da mistisizmle mümkün olmuştu.
  • Zira mistisizm, ilkesi bakımından bir iç dindarlığı, bir gönül dindarlığıdır. Başvurulacak antik düşünür de Plotinos ve Yeni-Plotinculuk olacaktır.
  • Zaten dinler tarihi incelendiğinde mistisizmin sosyal koşullarda bozulmalar olduğunda ortaya çıktığı görülüyor. Böyle bir durumda geniş halk tabaklarında içe kapanma, kurtuluşu içte arama eğilimi görülüyor. Bu bozulmayı protest eden Almanların yarattığı Protestanlığa da bu mistisizm öncülük etmiştir.
  • Yeni-Platonculuğun Hristiyanlığın ilk dönemlerinde de etkili olduğunu biliyoruz. Evrenin içindeki bütün var olanlarla birlikte tek varlığın özünden fışkırmış olduğu tasavvuru Hristiyanlıkla birlikte düşünüldüğünde, insanın tanrının özünden türemiş olduğu sonucuna ve oradan da insanın tanrıyı kendinde bulabileceği düşüncesine varabiliriz.
  • Bu yüzden de Reformun Alman mistiklerle başladığını ifade ediyoruz. Tanrıyı kendi içinde bulan mümin de kilisenin aracılığını reddedecektir.
  • Bu akımın felsefi alt yapısını oluşturanlardan ilki Alman mistik Meister Eckhart (1260-1328) olacaktır.
  • Ona göre Hristiyan dinin doğruları Skolastiğin dogmalarında değil, inanan gönüllerin derinliklerinde yatar. Tanrıyı bilme, evrenin özü ile ruhun birleşmesidir.
  • Tanrı ile insanın özdeşliğine dayanan bu anlayışta insan bir “küçük tanrı” (Mikrotheos) olur. Eğer insan özdeş olduğu tanrıdan farklı bir şey olmak isterse bu özden kopar. İnsanın günah yüzünden düşmesi bu yüzden olmuştur.
  • Bu düşüşe karşın insan, benliğinden geçmeli, kişiliğini tanrıda eritmeli ve bireyselliğini ortadan kaldırmalıdır.




Protestan Kilisesinin Kurulması





  • Protestanlık yeni bir kilise kurup bu kilisenin dayanacağı teorileri geliştirerek mistisizmin bu ana görüşünden doğal olarak uzaklaşmıştır.
  • Başlangıçta Luther ilk Hristiyanlığın din anlayışını benimsemişti. Onun isteği içli bir inancın meydana getirdiği, örgütsüz, törensiz, rahipsiz sade bir dindarlıktı. Bu inanç bilime ve felsefeye de dayanmayacaktı.
  • Skolastiğin Aristotelesçiliği Papacıların bir sapıtması, hümanistlerin Aristotelesçiliği de putperestliğin bir işiydi. Tıpkı Rönesans’ta filozofların felsefenin orijinal formuna döndürmesi gibi Hristiyanlık da orijinal formuna dönmeliydi.
  • Fakat inancı ayakta tutmak için örgütlenmek gerekiyordu. Katoliklerle olan savaş göz önüne alınınca Protestanlığın örgütlenme zorunluluğu da yine açıktır.
  • Bunun için de yalnız iman ile yetinilemezdi. Yalnız gönüller değil kafalar da kazanılmalıydı ve başvurulacak şey “şeytanın yaltağı” olan akıl olacaktı. Bu yeni din (Protestanlık) kaynaklık edecek kaynak da İznik Konsülündeki Kutsal Kitap olacaktı. Böylelikle mistisizmden uzaklaşma başlar. Bu İncil yeni inanç için bir otoritedir ve dolayısıyla sorgulanamaz.




Protestan Kilisesinin Felsefesi





  • Protestan Kilisesinin öğretisini formüle etmek için de felsefe kullanılacaktır pek tabii.
  • Bu teoriler Melanchton (1497-1560) tarafından yine Aristoteles felsefesinden çıkarılacaktır ama bu Skolastiğin değil Rönesans’ın Aristoteles’idir.
  • Bilginin kaynağı Aristoteles’teki gibi akıl ve deneyimdir fakat muhalefet söz konusu olduğunda kutsal kitap doğru kabul edilir. Bu teoride daha çok etik ağır basar, tanrının varlığı da akıldan değil vicdandan türetilir.
  • Böylece mistisizmden başlayan Protestanlık dönüp dolaşıp Skolastiğe varır ve sonu da yine Skolastik gibi donup katılaşır.




Geride Kalan Mistikler





  • Bu dönüşüme tepki verenler yine mistikler olur. Bu yüzden de örgütlenmesini tamamlayan, teorisini kuran kilise mistikleri kiliseden ihraç etmiştir.
  • Mistisizm de tüm ortaçağ boyunca olduğu gibi sessizce varlığını sürdürmeye devam etti, dış kiliseyi değil, iç kiliseyi savundu.




  • Bu felsefenin savunucuları varlıklarına devam etti: Sebastian Frank (1499-1542), Valentin Weigel (1533-1588) ve Jacop Böhme ( 1575-1642) bu isimlerdendir.
  • Özellikle Böhme’nin dinamik mistisizmi öncekilere kıyasla orijinaldir. Tanrı her şeyin ilk temelidir, ilk birliğidir. Bu özün ana özelliği bir istenç olmasıdır. Sonsuz oluş bu istemedir, başlangıçtaki hiçten bu evreni bu isteme doğurmuştur. Bir gelişme olan evren süreci, tanrılığın kendisini doğurmasının anlarıdır, bu süreç sonsuzdur, varlığın her anı, tanrılığın kendisini bir gerçekleştirmesini karşılar.
  • Tanrı duran, öncesiz, sonrasız bir varlık olarak değil, dalgalanan, kendini biteviye yaratan bir hayattır. Tanrı insanda kendini açar, insan dolayısıyla kendine döner. O kendini bulmak, kendini bilmek için evren ve insan olur.
  • Bu anlayışın 19.yy Alman idealizmde de varlığını sürdürdüğünü göreceğiz.




Diğer Dini Akımlar





  • Din doğrularının kökünü akılda bulan ya da bu doğruların, hangi din ve mezhepte olursa olsunlar, ancak akılla uzlaşabilenlerini kabul eden farklı din anlayışları da vardı.
  • Socianizm tarikatı bunlardan biridir, kurucusu Laelius Socinus (1525-1562)’tir.
  • Bu tarikat Hristiyan öğretisini akılcı bir şekilde temellendirirken, vahyin sadece akılla uzlaşan kısımlarını kabul eder, diğer kısımlarını dışarıda bırakır.
  • Bunun yanında romantik hümanizme kaynaklık etmiş Stoa felsefesini görmüştük. Bu felsefeye göre din tanrının vahyin değil aklın ürünüdür. Stoa felsefesinde doğa ile aklın aynı anlama geldiğini görmüştük; insan doğanın bir parçası olduğuna göre doğanın yapısı da akıldır. Bu yüzden de Stoalılar doğa ya da doğal ışık (lümen naturale) deyince hep aklı anlarlar.
  • Doğal din akıl dini, akıl ışığı ile varılan din demektir. Bu akımın düşünürleri de Jean Bodin (1530-1597) ve Herbert of Cherbury (1581-1648) olacaktır.
  • Bodin, doğal dininde tanrının birliği, ahlak bilinci, özgürlük, ölümsüzlük ve öte dünyada hesaplaşmanın bu akıl dininin özelliklerini olduklarını sıralarken Cherbury var olan yüce tanrıya tapmanın dindarlığın gereği olduğunu, günah ve suçun cezasının pişmanlık olduğu temel iki tezin
Comments 
00:00
00:00
x

0.5x

0.8x

1.0x

1.25x

1.5x

2.0x

3.0x

Sleep Timer

Off

End of Episode

5 Minutes

10 Minutes

15 Minutes

30 Minutes

45 Minutes

60 Minutes

120 Minutes

Rönesans 2/3: Din, Hukuk ve Devlet Felsefesi

Rönesans 2/3: Din, Hukuk ve Devlet Felsefesi

Bilal A.